Bir haftasonu yeme-içme gezisi arayışınız varsa doğru adres burası. Daha önce yaptığım Gaziantep, Şanlıurfa ve Mardin turları sonrası bu sefer rota Antakya.
Bu tam anlamıyla bir yemek gezisi oldu diyebilirim. Öyle ki birlikte gittiğim arkadaşlarımla bir yemekten kalkmadan bir sonraki yemeği nerede yiyeceğimizi ve oranın nesinin meşhur olduğunu konuşuyorduk 🙂
İstanbul’dan cumartesi sabah uçağıyla ulaştığım Antakya’dan pazar akşam uçağı ile muhtemelen 1 kilo almış olarak döndüm. Ancak yanlış anlaşılma olmasın, ben nispeten dikkat ettiğim için 1 kilo aldım, yoksa 2-3 kilo rahat alınır. O yüzden dikkatli olun, hazırlıklı davranın 🙂
Ben saat 11’e doğru Antakya merkeze vardığım için kahvaltı yerine güne Pöç kasabında öğle yemeği ile başladım. Burada kağıt kebabı ve tepsi kebabı yenmeli. Lahmacunu ben denemedim, ama deneyenler beğendi. Uzun çarşının içerisinde olan dükkana dışardan bakınca bir kasap dükkanı izlenimi verse de (ki zaten kasap) üst katta gayet ferah ve geniş bir salonu bulunuyor. Burada tıka basa yiyebilirsiniz.
Pöç Kasabı’nın da içerisinde bulunduğu Uzun Çarşı Antakya’nın en meşhur çarşısı, ara sokaklarda gezip nar ekşisi, zahter, defne sabunu, baharat ve peynir-zeytin alışverişi yapmanızda fayda var. Ben öneri ile peynir, zeytin, baharat alışverişini Yardım Marketten yaptım. Tavsiye ederim, tadına baktığım herşey çok güzeldi. Marketin bir diğer güzel yanı satın aldığınız şeyleri sizin taşımanız gerekmiyor, kargo ile onlar size iletiyorlar. Çarşıdaki dükkanlar pazar günü kapalı olduğu için Uzun çarşı gezinizi cumartesi yapmanızda fayda var.
Uzun çarşı gezisi sonrası Affan Kahvesine gidip cam bardakta (süvari usulü) Türk kahvesi içebilir, tam manasını anlamamakla birlikte su muhallebisi sevenlerin sevebileceği gül sulu Haytalı tatlısını yiyebilirsiniz.
Tabii bir de Antakya’nın meşhur künefesi var. Onun için de doğru adres hemen her blogda görebileceğini gibi Yusuf Usta.
Antakya şehir merkezinde bulunan Habib-i Necar Camii görmeniz gereken yerlerden. Anadolu’nun ilk camisi olarak bilinen caminin bir de güzel hikayesi var. Putperest halka Hristiyanlığı yaymaya gelen Yahya ve Yunus’un kabri burada bulunuyor. Habib-i Necar ise onlara ve Hristiyanlığa ilk inananlardan, ve hatta bu sebeple canından da olduğu söyleniyor. Bu sebeple cami Hristiyanlar için de çok önemli. Antakya’da hemen her yerde dinlerin kardeşliğini görme imkanınız var.
Antakya Arkeoloji Müzesi güzel dizayn edilmiş ve sergilenen eserler bakımından çok zengindi. Müzede özellikle mozaik bölümü ve tarih öncesi çağlardan kalma eserler çok güzeldi. Kesinlikle görmeden dönmeyin.
İncil’de belirtilene göre, Hristiyanlık Antakya’da yayılmış ve bu yeni dine inanan kişilere Hristiyan adının verilmesi ilk kez Antakya’da gerçekleşmiş. Antakya’daki Hristiyanların gizli toplantıları için kullandığı bir mağara da tarihin en eski kiliselerinden biri olarak kabul edilmiş. İsmi Saint Pierre olan kilisenin kurucusu ve Hristiyan topluluğunun ilk başpapazı ise Saint Pierre.
Antakya merkez dışında Hatay’a gitmişken görmeniz gereken diğer yerler Harbiye Şelalesi, Vakıflı Köyü, Hıdır Bey köyü ve tabi ki efsanevi Titus tüneli.
Harbiye Şelalesi bir sürü küçük şelaleden oluşuyor, şelalenin suyunun içerisine kurulmuş masalarda kahvaltınızı yapabilir ya da güzel demlenmiş bir çay içebilirsiniz.
Vakıflı Köyü Türkiye’de kalan tek Ermeni köyü olması nedeniyle meşhur. Köyün kilisesini ve köylü kadınların elleriyle yaptıkları ürünleri sattıkları alanı görmenizde fayda var. 1939 yılında Hatay’da 7 tane Ermeni köyü varmış. Hatay’ın Türkiye’ye bağlanma referandumu sırasında bunların 6 tanesinin sakinleri Türkiye’den gitmeyi tercih etmiş. 1915 olayları sonrasında korktuklarını söyledi kilise görevlisi. Dolayısıyla o dönemde 4800 olan Ermeni nüfusu 680’e düşmüş. Bugün ise özellikle genç neslin okul ve iş gibi sebeplerle büyük şehirlere göç etmesi nedeniyle köy nüfusu 130 kişiymiş sadece.
Hıdır Bey köyü ise tam ortasındaki çınar ağacı ile tanınıyor. İnanışa göre Hz Musa bir gün burada dinlenip su içerken asasını yere saplıyor. Asasından dallar çıkıyor ve bu ağaç oluşuyor. Hz Musa’nın suyu içtiği yere de Ab-ı Hayat suyu deniyor.
Titus tüneli bir antik mühendislik örneği adeta. Roma İmparatorluğu kralı Vespasian döneminde sel sularını limandan uzak tutmak için bir tünel yapımına başlanmış. Sayısı 1000’i bulan kölenin tünel inşaasında çalıştığı düşünülüyor. Tünel 10 yılda tamamlanmış, tamamlamak ise kralın ölümünün üzerine başa geçen oğlu Kral Titus’a kısmet olmuş. Köleler ellerindeki ilkel araçlarla Musa dağını delmeyi ve tüneli açmayı başarmışlar. İşte bu efsanevi tünele gitme ve içinden geçme şansınız var. Tabi ki konfor beklememeniz gerekiyor. Düşme tehlikleri ile dolu biraz zorlu bir yol. Ama fikri bile insanı çok etkiliyor.
Şimdi aslına bakarsanız sürekli gezme yerlerinden bahsettim ama daha önce de dediğim gibi tatil genelde yiyerek geçti. Bu nedenle bir miktar restaurant önerisi de yapmak isterim. Daha önce bahsettiğim Pöç Kasabı’nı ve Yusuf Usta’yı zaten es geçmeyin. Bunun dışında güzel Antakya mezesi için merkezdeki Konak restaurantı öneririm. Hepsi birbirinden güzeldi, burada kazbaşı yemeyi de unutmayın. Naneli köfte, çiğ köfte, tabbule, kiremitte peynir, konak bohçası ve konak tatlısı denenebilir.
Güzel bir kahvaltı istiyorsanız Harbiye’deki Hammuş’un yerini tavsiye ederim. Masaya bu kadar çok şey gelir ve hepsi mi güzel olur?..
Son olarak Samandağ’a giderseniz de Dervişan’da denizin hemen yanında güzel meze ve deniz ürünlerinin tadına bakabilirsiniz.
Konaklama için benim tercihim merkezdeki Çiçekli Konak oldu, çok da güzel oldu. Çok memnun kaldım, öneririm.
Antakya yeme içme adına da, gezilecek görülecek yerler adına da, medeni ve sıcakkanlı insanı adına da beni çok etkiledi. Zevkle öneririm 🙂
Keyifli geziler…